Son Söz
Ruhunuza dokunmayan, akla mantığa ters düşen, ne söylediysem inanmayın ve ne söylenirse hiçbirine inanmamalıyız. Bize ait anlam projemizi kendi deneyimlerimizden çıkarmalıyız. Adilce, dürüstçe, samimiyetle yapılan ifadenin, yanılgıların körlüğünden bizi bir nebze olsun kurtarmayı hedeflemiş olduğunu düşünebiliriz. Sağduyu ve akla ters gelen, günü geçmiş, ruhun gerçekleriyle ilgisi olmayan maddeye, şekle bağlı öğretilerin tutsaklığından, yarattığı karmaşadan kurtulabilmek için kendi deneyimlerimizin içinde hakikat arayışımızı sürdürmeliyiz. Bütünlüğümüze tanıklık etmeliyiz. Benim yazarak yaptığım sadece bir örneklemeydi. Ben, yazarak yapabileceklerime uzaktan baktım ve bir süreliğine kendini gözlemleyen bir bilinç oldum.
Tutsak kalmış aklımız, kalbimiz yolunu şaşırmış gibi, geleceğin belirsizliği ile huzursuzlanırız zaman zaman. Üzerimizdeki ağır yük ile karanlık sahalarda dolaşırız bazen. Öyle zamanlarda kendimizi kelimelerle ifade edemeyiz. Ruhu anlatmaya çalışan kelimelerin acizliğini yadsıyamayız. Çünkü kelimeler havaya karışıp zihinlerden içeri sızmış dahi olsa hâlâ bir o kadar nesne dünyasına aittir. Ama şimdilik birbirimiz arasında kullanabileceğimiz tek argümandır. Ruhun zenginliği karşısında kalan diğer tüm varlıklar her zaman acizdir. Çünkü ruh özdür ve her şeyden daha kuvvetlidir.
Yolunu kaybetmiş, çarpıtılmış batıl inançlardan geçtikten sonra, tüm bu arayışlarımızın sonunda bulduğumuz tek şey kendimiz ve bilgidir. Mükâfatımız sonsuz bilgi içinden sadece bizim o anki ihtiyacımız kadarını bilmektir ve bilmenin beraberinde getirdiği sorgulama ihtiyacıdır. Sonsuzluk deryası içinde yüzmektir bu. Yapmamız gereken ise Tanrı’yı, evreni ve insanı inançla sevmek, gerçekleştirebileceğimiz amaçlar için istekte bulunmak, eyleme geçerek çalışmak ve zamanı geldiğinde paylaşmayı bilmektir. İnanç denen şey, herkesin kullanabileceği bir güç değildir. Sonsuz gerçeklerin bir kısmına dokunabilmek, dünyadaki kendimize ve etrafımızdaki olaylara tanıklık etmek için buradayız. Bilgisizlik ise kötülüğe çanak tutarak gölgelerin içinde varlığını sürdürecektir, aydınlığı kapsayacak kadar büyümek isteyecektir. Ama en kötü varlık bile içten içe bilir ki sevgi karşısında çaresizdir. Bilgiye ulaşamamış, cehaletin karanlığı ile boğuşanlar, özünü karanlıkta bırakanlar ise ne yaparlarsa yapsınlar asla tatmin olamayacak ve sonunda pes edip doğru yola girecektir. Sadece tekâmül yolunda bir süre bocalayıp durmaları gerekmektedir o kadar.
Her şeyi bilmemiz elbette imkânsız ama iyi olmayı tercih edebiliriz. Evet veya hayır diye karşılık vererek seçimler yapabiliriz. Ayrıca hiçbir şey aynı seviyede de kalmaz üstelik. Bildikçe zaten bilmediklerimiz karşısında küçülürüz aslında. Evrenin içinde doğumumuza ve ölümümüze tanıklık ediyoruz sadece. Dünyada var olduğumuz… Yok olacağımız ana kadar, aradaki her şeye karşılık veriyoruz. İnancın dirençli, savaşkan, dayanıklı bir gücü vardır. Tüm bunları yaparken yol göstericimiz ise Tanrı’nın verdiği harika armağan, zihnin seçkin güçleri, sezgimiz ve bilincin, yani aklımızın gücüdür. Tüm bu güçlerle birbirimizden ilham almak için zihinle birlikte beden gücünü de kullanarak, üretip evrene sunmalıyız. Bu en kuvvetli içgüdüden gelen mesaj, kendi içimizin rehberidir. Aynı zamanda dışardaki rehberlerle birlikte değerlendirilmelidir. Bu dünyadan başka bir diyara göç ederek farklı bir yaşam formu deneyimliyoruz. Tüm yaşamı… Bütün bu olanları anlamak için bir ömür yeter mi? Usta bir ruh olabilmek için ömür değil, ömürler gerekli belki de. Daha çok fazla yaşam katederek acemilikten, hamlıktan çıkmaktır gayemiz belki de… Bilincimizle yapmamız gereken tüm bunların hepsidir.
Yaşam denilen armağanla tekrar tekrar olmamız gereken yere gelerek, bu sınavı defalarca farklı şekilde geçip kaderimizi gerçekleştirmektir tüm amaç. Öğretici olan kaderimizi deneyimlerken yapmamız gereken sadece öğrenmek ve anlamaktır. Deneyimlerimizden elde ettiğimiz sonuçlar ise kendi yaşamımızla ilgili bilgeliği bize getirir. Kendine ait bilgiyi hakikat içinde aramak bir ruhun yazgısıdır. Her birimizin anlama yaklaşımı değişirken başta umduğumuz anlamla sonradan bulduğumuz anlam dahi örtüşmeyebilir. Birbirimiz ve evren ile iletişim, etkileşim hâlindeyiz. Bilgiyle birlikte deneyimlerimizi de birbirimize aktarıyoruz. Fakat tüm bu alışverişten faydalanabilmek ancak farkındalığı arttırmakla olabilir. Biz bu bilgi alışverişi içerisindeyken ve birbirimizle bağlar kuruyorken evren de kiminin tesadüf dediği, kimilerinin kader dediği, kimilerinin seçim dediği olaylar örgüsü kurmaya devam ediyor. Olanlar içinde yolculuk ederken kendi anlam arayışımızı sadece kendimiz fark edebiliriz. Tüm yaptıklarımızdan sorgulanacaksak en anlamlı ve geçerli, etkili olan sorgu, açık yüreklilikle kendi kendimize yaptığımız sorgu olacaktır. Hayatın anlamı ruhun kaderinde gizlidir. Ve o anlam zamanın her anında değişir.
Önüne serilmişlere razı olup kolaya kaçmak da bir yaşam şeklidir. Böyle bir yaşam düz bir hatta ilerlemek gibidir. Günü mümkün olduğunca zararsız kapatmaktan başka amaç yoktur. Sapma yoktur, yaşadıklarını anlamsız ya da daha anlamlı hâle getirme çabası yoktur. Kendine düşünsel, fikirsel anlamda bir fayda sağlama ve diğerlerine de faydalı olma çabası yoktur. Ve onlar iç sıkıntılarıyla birlikte düz hatta ilerlemeye devam ederler. Ve bir de düz hatta ilerlerken yoldan sapan, başka yolları merak eden, şüpheci, araştırmacı, yorumcu, paylaşımcı varoluşu hoşnutla ya da değil, yine de bir dirençle birlikte hissetmek isteyenler vardır. İçinde yaratma güdüsünü taşıyanlar, yaratırken sabırla, ilimle dövüle dövüle çelikleşenler vardır. Kendileriyle savaşanlar, yaşamın gücünü, sıcaklığını ve nefesini hissetmek isteyenler, bulduğu gerçeğe saygı duyanlar vardır. Hikâyelerimizin gidişatının birazını da dünya bize dikte eder. Buna yazgı deniliyor belki. Ama zihnimizin yaratma kapasitesi hayal etmek kadar basit bir mekanizma ile dahi işlevsel bir hâle dönüşebildiği göz önünde bulundurulduğunda, işlerin tek taraflı yürümediğini anlarız. Bu yaratma kapasitesinin ana kaynağı nedir? Yazgı ile zihnin yaptığı savaş, takip, alt etme, gözlemleme ve birbirini izlemeyle devam eden bir süreçtir. Yaşantımızı tecrübe etmek, kendimizi fark etmemiz gerektiği ile ilgilidir. Bunu bu kadar ısrarla bize dayatan sebep, güç ise sadece bu varoluş hissini hücrelerine, iliklerine kadar hissedebilmek içindir.
Rene Descartes’in, “Düşünüyorum, o hâlde varım,” ifadesi eksik kalır. Devamı… Varım ve dünyada rahatsız olacağım zamana kadar rahatım, tekrar yorulacağım zamana kadar dinleniyorum, güvensizliklerim kapımı çalana kadar güvencedeyim, bir kıvılcım yakalayana kadar zihnim dingin, tekrar bağırmaya başlayana kadar iç sesimin volümünü düşürdüm. Bu şekilde varım ama neden, diye hâlâ sorumuzu yineleriz. Varlık hissi tüm bunların bir amaca hizmet etmesi gerektiğini bize iletir çünkü. Neden sorusu devamında bir amaç isteği doğurur. Yaşamın gelişigüzel olmadığını, ustaca biçimlendirilmiş bir yapı olduğunu en iyi kendimizden biliriz ve bir sonuca varırız. O zaman kendimize şunu söyleriz: Duygularım kendi arasında bir döngünün içinde, tüm olanları hissediyorum, onları bir yola sokabiliyorum, eylemlerim var, o hâlde varım. Tüm potansiyelin hepsi bana ait. Yine ve o hâlde biz düşseverler fazlasıyla varız ve asla yok olmayacağız.
Ön söz ve son söz arasındaki tüm olanlar işte burada…