Sevgililer Gününde “Ayıplarım Gönül Seni”
Sevgililer gününün yaklaşmasıyla birlikte vitrinler çiçekler ve hediyelerle daha gösterişli bir biçimde süsleniyor.
Aşk ve sevgi aynı anlamda buluşur mu?
Biri diğerini doğurabilir veya birlikte aynı anda var olabilirler mi?
Sevginin gücüne dair hikâyeler yazılmaya, filmler çekilmeye, şarkılar söylenmeye devam ediyor. Sevginin farklı yanlarını anlayabilme çabası kendiliğinden var oluyor gibi.
Kitapların içinde aşkı okumaya, filmlerin içinde âşıkları izlemeye, şarkıların içinde dokunaklı hisleri aramaya bıkmadan, usanmadan devam edeceğiz.
Sevginin tatlı ve acı yönleriyle karşılaşmışsak hepimizin sevgiyle ilgili anlatacak bir anısı vardır.
Ama kendisi sadece bir histen ibaret olduğu için öyle pek de kolay ifade edilemez.
Sevginin ne olmadığı üzerine düşünürsek elde edeceğimiz bilgi bize daha net veriler sunar.
SEVGİ NE DEĞİLDİ?
Sevgi, rüzgârın beklenmedik bir anda yön değiştirerek farklı rotaları takip etmesi gibi anlık heveslerle hızla değişen bir duygu mudur?
Bugünün gençleri arasında, bir pop şarkısının coşkulu “seviyorum, ölüyorum, bitiyorum, oldu da bitti” nakaratlarıyla başlayan ilişkiler giderek yaygınlaşıyor. Bu ilişkiler kısa bir aşk turundan sonra, “Sevdin Ama Neler Ettin” gibi kederli bir türküyle bittiğinde, bizi gerçek sevgi üzerine düşünmeye davet ediyor.
Birini severken birkaç hafta sonra başkasını kalbine alabilmek bu kadar kolay mıdır?
Gerçek sevgi, bu kadar hızlı tüketilebilir mi?
Sevdiği kişiye psikolojik baskı uygulamak, kaba kuvvetle onu yanında tutmaya çalışmak ya da aşırı kıskançlıkla anlamsız çatışmalar yaratmak sevginin ifadesi olamaz.
“Ya benimsin ya kara toprağın” tehditleri, sevgi maskesi altında gizlenen bir sahiplenme isteğinden başka bir şey değildir. Yaşananlar ise sahip olma arzusunun bir yansımasıdır.
Sevgi, bahanelerle çatışma yaratmak ya da sevdiğinin ilgi alanlarını ve çabalarını, “Sen ne anlarsın?” diyerek küçümseyip aşağılamakta değildir. Yanındakinin hayatıyla ilgili tüm kararları belirleme isteği, sevgiden çok baskın bir kontrol dürtüsünün göstergesidir.
Sürekli eleştiri, küçümseme, başarılarını görmezden gelmek veya her eylemini eleştirel bir bakışla değerlendirme; sevgi değil, kişiyi değersizleştirmenin başka bir yoludur. Sevgi, kaybetme korkusuyla kısıtlayıcı bir sahiplenme dürtüsüyle sürekli dizginleri sıkıca tutmakta değildir.
Sakince birbirinin yanında var olmak yerine, her an başının üzerinde asılı duran vurmaya hazır bir sopa gibi tehditle, tenkitle günü geçirmekte değildir.
Sevgi, birini yanında tutabilmek için çocukları bahane etmek değildir!..
Çalışmasına izin vermeyerek ekonomik özgürlüğünü sırf karşı gelme, yeri gelince bırakıp gitme cesareti olmasın diye kısıtlamak ya da arkadaşlarıyla ilişkilerini kıskançlık nedeniyle engellemek değildir.
Sevgi, sevdiğini bir mülk olarak görme diğer insanlarla ilişkilerini kısıtlamak değildir.
Karşı tarafın üstlenmesi gereken sorumlulukları üstlenerek kendini değersizleştirmek, aşırı bir bağlılıkla sevdiğine köle olmak da değildir.
Karşılığında sürekli bir şeyler bekleyerek sevgiyi bir takas aracı gibi kullanmak, eşini bir bakıcı olarak görmek de değildir.
Çoğu zaman, Don Miguel Ruiz’in “Ustaca Sevmek” kitabındaki, o öyküdeki sevgiye inanmayan adam gibi hissederim kendimi.
Gözlerimin önümde devamlı gelişen olaylar ister istemez bu düşüncelerimi pekiştiriyor. Yine de çok fazla bu düşüncelerde kalamam. Mutluluk gibi uçucu bir duygunun peşine mi düşmek yoksa acı gibi işe yaramaz bir duygunun esiri mi olmak?
Neyse ki çocukların saf ve koşulsuz sevgisi var. Ama onlarda belirli bir yaşa geldiğinde durumlar değişiyor. Çünkü büyükleri gözlemleyerek fikirlerini geliştiriyorlar. Büyüdükçe içlerindeki saf hislerine ait izler siliniyor, sevgi tanımları da değişiyor, bozulmalara uğruyor. Büyüdükçe dünya daha karmaşık bir hâl alır. Etrafta olanlarla birlikte sevgiyi tanımlamaya çalıştıkça her şey daha da karmaşıklaşır.
Yeni Türkü’nün söylediği gibi:
Sakın çıkma patika yollara
O dağlara, kırlara, o karlı ovaya
Yenik düşüyor her şey zamana
Biz büyüdük ve kirlendi dünya
SEVGİ NEYDİ?
Sevgi bir varlığın bütünlüğüne hitap eden fiziksel, duygusal ve ruhsal bağlamda kişiyi etkileyen bir histir. Sevginin ne olmadığını anladıktan sonra elimizde geriye kalanlar nelerdir?
Kitaplarla dolu bir kafede karşılıklı kahve fincanlarınızı tokuşturup birbirinizin gözlerinin içine bakarak sohbet etmek içinize huzur veriyorsa… Sevgi muhabbettir.
Sevdiğine yük olmayıp tüm yaşam sorumluluğunu çalışarak üzerine alabiliyorsan. Sevgi anlayıştır.
Birbirinin sınırlarını tanımak için çaba harcıyorsan, duygu, düşünce ve kişisel alanlara hassasiyet gösterebiliyorsan. Sevgi saygıdır.
Telefonu heyecanla açıp uzun bir müddet konuştuğunuz hâlde alakasız konular ve sorular sorarak sohbeti daha fazla uzatmak istiyorsan. Zamanın nasıl geçtiğini fark etmiyorsan. Sevgi daha fazla birlikte olma isteğidir.
Birlikte hayatı güzelleştirebiliyorsan, zenginleştirip onu anlamlı kılabiliyorsan böyle bir kuvvetin varsa. Sevgi güçtür.
Sevdiğine sarıldığında bütün kötülüklerden arınmış gibi kendini iyi hissediyorsan, kaygıların ve ağrıların hafifliyorsa. Sevgi iyileşmektir.
Sevdiğinle birlikte olduğun zamanlarda ruhun bir sığınak bulmuş gibi kendini güvende hissediyorsa. Sevgi güvenmektir.
Yaşadığın onca yılların sonunda aklında sadece bazı anlar kalmışsa ve o anları her düşündüğünde için ısınıyorsa. Sevgi andır.
Karşındakini gerçek manada tanıyıp sevmek için önce kendini tanıman gerektiğini biliyorsan. Kendini tanımadan başka birini tam manasıyla tanıyamayacağını düşünüyorsan. Sevgi bilmektir.
Sevdiğini kendi mutluluğundan ve mutsuzluğundan sorumlu tutmuyorsan. Kendi mutluluğunu içerden kendin var edebiliyorsan. Sevgi kendine yetebilmektir.
Sevdiğini hayatın sınavlarına ve zorluklarına rağmen, hangi koşullarda olursan ol koruma gücüne sahipsen. Sevgi cesarettir.
Sevgini sağlıksız bir bağımlılıktan kurtarıp yüzeysellikten arındırabiliyorsan, ruhlarınız birbirine dokunabiliyorsa. Sevgi derinliktir.
“Selvi Boylum Al Yazmalım” filminde Asya’nın “Sevgi neydi?” diye kendine sorduğu ve sonra da cevapladığı gibi: “Sevgi iyiliktir, dostluktur, sevgi emektir.”
Gerçek sevgiyi var etmek o kadar kolay değildir. Çünkü gerçek sevgi, gösterişlerle değil içten gelen bir çabayla var olur.
“Yüzsüz 21 Saat” adlı öykümde:
“Kadifemsi çiçek yapraklarının üzerinde parmaklarını hiç dolaştırmadın. Havadaki buğunun yapraklar üzerine inerek bıraktığı tuzlu su damlacıklarını hiç izlemedin. Tatlı su kıyısında hiç dolaşmadın, boğaz eğilimlerinde mekik dokumadın, en seçkin üzümlerden yapılma kırmızı şarabı emerek içmedin, pürüzsüz kumsalın göbeğine uzanıp ılıklığına yüzünü koyarak onun içindekileri dinleyip sonra uykuya dalmadın. Vadilerde ve tepelerdeki ılık çekici kokuyu içine çekerek, yorgunluktan mest oluncaya kadar gezinmedin. Ve gece olunca sığınmadın o sinenin limanına. İpeksi kıvrımların, hoş çıkıntıların olduğu yumuşak coğrafyada hiç dolaşıp hazinelerini keşfetmedin yani. Çıkmaz bir sokakta olduğunu kabul ederek dünyaya hiç meydan okumadın. Tesadüf eseri yaratılmamış olan o tuhaf çekiciliğin içine düşmedin. Ve o vaadedilen cennetin içine günah diye hiç girmedin mi yani?” diye yazmıştım.
Arkadaşım, eşim bunu okumalı dedi. Evet, sevgi bilmektir dedik. Ama sorun şu ki okumuyorlar.
Kendi iç dünyalarında ve çevrelerindeki gerçekleri göremeyenler için ve gönlün şaşkınlığı üzerine Nida Ateş şöyle der:
Ayıplarım gönül seni
Hâl bilmeze hâl sorarsın
Yanında bülbül dururken
Kargalardan gül sorarsın
Nalbant olmayan şehirde
Aşk atına nal sorarsın
Kulağı sağır dilsize
İklim iklim yol sorarsın
Kendi kusurun’ görmezsin
Elin eksiğin’ ararsın…