İnanç Hapishanesi
İnsanlar, belirsizliklerine çare bulmakta güçlük çekerken, yaşamın zorluklarından kaçacak bir yer ararken ve bir yere ait olma ihtiyacı hissederken tarikatlara yönelebilirler. Gerçeklikle alakası olmayan bu yapılar, kendi çıkarlarına hizmet eden yapay inanç sistemleri yaratırlar. Bu tür tarikatlar, insanları kandırmak ve onların maddi kaynaklarını sömürmek suretiyle güçlenirler. Daha sonra edindikleri bu gücü, insanlar üzerinde baskı oluşturmak amacıyla kullanırlar.
Bu tür tarikatlar, tarihsel süreçte çeşitli dinlerden ilham alarak gelişmiş ve zaman içerisinde kendi öğretilerini yaratmıştır. Bu yapay dinler, çoğu zaman gerçek Tanrı sevgisiyle hiçbir bağlantısı olmayan öğretilerdir. İlk olarak, insanların aidiyet ihtiyacını körükleyerek birliktelik yaratırlar. Kendi çıkarlarına hizmet eden yalan ve yanıltıcı bilgiler içeren toplantılar, ritüeller ve eğitimlerle kişileri kendi düşüncelerine bağımlı hâle getirirler. Bireylerden, tarikat dışındaki sosyal ilişkilerini koparmalarını isterler. Mensuplarının özgürlüklerini sınırlamaya, korku ve suçluluk hissettirerek öğretilerini kabul ettirmeye çalışırlar. Böylece, ailesinden ve toplumdan koparılan bireyler üzerlerinde daha fazla güç uygulayabilirler.
Daha fazla bağlılık ve sadakat göstermeye başlayan bireyler, dış dünyadaki farklı görüşleri tehdit olarak algılamaya başlar. Güçlü sosyal bağlar kurulduktan sonra maddi sömürü devam eder. Kişi tam bağlılık gösterdiğinde ise tüm maddi kaynaklarını bağışlamak zorunda kalır. Böylelikle, bireylerin ekonomik özgürlükleri de kısıtlanmış olur. Gerekli bağımlılık sağlandıktan sonra otoriter yapı, kişinin tüm benliğini hakimiyeti altına alır.
Kişilerin bu tür inanç hapishanesine düşme nedenleri ise bir o kadar ironiktir. Çünkü gerçek Tanrı sevgisi ve kültürel değerler zayıfladığında, insanlar körü körüne bir şeye bağlanma ihtiyacı hissederler. Tarikatlar güç kazandıkça, toplum içinde huzursuzluğa neden olacak kadar güç gösterisi yapma eğiliminde olabilirler.
Bir Deli Kuyuya Bir Taş Atmış, Kırk Akıllı O Taşı Çıkaramamış
Going Clear: Scientology and the Prison of Belief (2015), Alex Gibney tarafından yönetilen ve Lawrence Wright’ın aynı adlı kitabından uyarlanan bir belgeseldir. Bu belgesel, Scientology kilisesi ve kurucusu L. Ron Hubbard’ın hayatını, ünlülerin bu inanca katılımını ve etkisini, uygulanan gizlilik ve istismar konularını ortaya sermektedir. Belgesel, Scientology’nin temel inançları ve uygulama yöntemlerini ele alırken, üst düzey yöneticiler de dahil olmak üzere bazı kişilerin itiraflarını içermektedir; Scientology’nin bir dini örgüt olarak nasıl var edildiğini ve tarikatın katılımcılar sayesinde nasıl hızla büyüdüğünü anlatılmaktadır. Belgesel, özellikle Tom Cruise ve John Travolta’nın kiliseyle olan ilişkilerini ve etkilerini inceler. Kilise için önemli reklam yüzleri ve destekçileri olduklarına dikkat çeker.
“İtiraf Etmek: Scientology ve İnanç Hapishanesi” belgeselinde, itirafçıların anlattığı üzere, inanç yoluyla insanların nasıl yönlendirildiği ve akıl dışı düşüncelerin büyük kitleler üzerinde nasıl büyük etkiler yarattığı açık seçik anlatılmaktadır.
İtirafçılar: “Bu dinde her şeyin cevabını bulmuştum.
İlginç hikâyeleri uydurabilme yeteneği vardı. Pearl Harbor’dan sonra Hubbard, bir denizaltı avcı gemisinin kaptanı oldu. Ama hâlâ bir şeyler üretmeye meyilli biriydi. İki Japon denizaltısını batırdığını yazdı. Ama aslında, Oregon açıklarında bir yerde ateş açtığı şey bir kütük çıktı ve sualtı bombalarının çoğunu denizin altındaki kayaların üzerine attı. Kazara bir Meksika adasını topa tutunca da görevinden alındı. Benden 13 yaş büyüktü. Büyük bir savaş kahramanı olduğunu sanmıştım. Pasifik'te batırılan bir geminin kaptanı. Haftalar boyunca bir salda kalmış, güneş onu kör etmiş, sırtı sakatlanmıştı. Bunların hepsi yalandı. Ama o zaman onu bilmiyordum. Her kelimesine inandım.
Bana birçok kez, gerçek para elde etmenin tek yolunun bir din yaratmak olduğunu söylemişti. Aslında Dianetik’le yapmaya çalıştığı şey buydu. Gelir elde edeceği bir din yaratacaktı. Devlet ondan vergi almayacaktı. Duygusal olarak bizi ele geçirmişti.
Amaçları, gösteri dünyasından ünlüleri kendilerine çekip onları dinlerinin tanıtıcısı olarak kullanmaktı. Bu kuruluştayken başına gelen bütün iyi şeyler Scientology sayesinde oluyor. Kötü şeylerin hepsi ise senin suçun.
Hubbard, gittikçe daha da paranoyaklaşıyordu. Bundan bir ders aldım: Bir daha asla, ama asla, bir diktatörün buyruğu altına girmeyecektim. Paranoid ve korkunç bir insana dönüştü.
Her gece viskilerimizle Miscavige’ın, Cruise’un seks hayatı hakkında konuşmasını dinlerdik. Nasıl sapık biri olduğunu dinlerdik. Tom, Nicole’un kimlerle konuştuğunu öğrenmek istiyordu, bu yüzden onun telefonunu dinletmek istedi. Ben de Scientology’nin danışmanından bir özel dedektif tutmasını istedim. O da, Nicole’un evine dinleme cihazı yerleştirdi. Kayıtlar gelirdi, ben de onları Dave Miscavige’a iletirdim. Sonra kilise, dikkatini onların evlatlık çocuklarına yöneltti; onları annelerine karşı kışkırtarak velayetin Tom’da kalmasını istediler. Annelerinin baskıcı bir kişi olduğunu düşündürmek için yapılıyordu. Ve sonuç başarılı oldu. Nicole’un babası Avustralya’da ünlü bir psikologdu. Kilise açısından, babası bir düşmandı. Her şey planlandığı gibi gidiyordu.
Miscavige, insanların korkularını alevlendirmede ve egolarını yükseltmede çok başarılıydı.
İnsanlar beni öyle ya da böyle yargılayacaktı. Beni salak olarak görecekler diye düşündüm. Ama gerçekten de salaktım. Gerçekleri açıklayana kadar 30 yıldır bunun bir üyesiydim.
Çok utanç duydum. Aslında, herhangi bir dinin yandaşlarını nasıl kolayca kontrol edebildiğini gösteriyor bu. Ve Scientology, bu kontrol tekniklerinin çoğunu en üst seviyeye getirdi. İnanç duymaktan başka mantıklı bir açıklaması yok.
Kilise, yatırımlar yaparak tüm dünyada değerli gayrimenkuller alıyor. Bu finansal nüfuz, Scientology’ye muazzam bir güç veriyor. Vergisiz paravan şirketi gibi. Mal varlığı 3 milyarın üzerinde.
Her seferinde gördüklerimden rahatsız oluyorum ve içten içe ölüyorum. Daha ne kadar ölebilirim bilmiyorum ama pişmanlık ve utanç duyuyorum bütün bu yaşadıklarımdan.
Çünkü sadece bir şeye inandığımızda düşünmemiz gerekmiyor. Bu yüzden ayrılamayan kişilere bir şey diyemiyorum ya da ayrıldıktan sonra utanç duydukları için saklananlara. Ben de aynı utancı duyuyorum.”
Bruce Calvert şöyle demiştir: “İnanmak düşünmekten daha kolaydır. Bu yüzden düşünenlerden çok inananlar bulunur.” Tarikatlar, bu sistemle kendi dinlerini yaratıp büyük kitleleri kendilerine inandırabiliyor.
Kendine İnanmayan, Başka Bir İnanca Bağlanma İhtiyacı Duyar
Kişiler bazen yaşamın karmaşası içinde kendilerine odaklanmak yerine, çevresindekilerin düşüncelerine ve yarattığı değerlere inanma eğilimi gösterebilir. Kendine güvenmek ve inanmak, bireysel çaba ve emek sonucu ortaya çıkan değerlerdir. Bu değerler, sorgulamakla, sorular sormakla, eğitim almakla, okumakla ve kendi üzerinde gece gündüz çalışmakla geliştirilir.
Kişi kendini kaybettiğinde, güvende hissedeceği bir sığınak arar.
“Okuduğum her kitapta yazarı değil, ben kendimi anladım,” diye düşünürüm hep. Kendini ve içsel gücünü tanıyan bireyler daha güçlüdür, öz saygısını edinmiştir ve kendine güvenirler. Kişi kendi değerini ve gücünü keşfettikçe başkalarının imkânlarına, düşüncelerine bağımlı kalmayı reddeder. Yaşam sorumluluğunun tamamını üstlenir. Kendini tanımak, bu durumla yüzleşmek ve bu bilgiyi geliştirmek oldukça zorlu bir uğraştır. Kendini tanıma süreci, kişinin kendi potansiyelini keşfetmesine ve konfor alanının sınırlarını aşarak büyümeyi gerçekleştirmesine yardımcı olan bir deneyimdir.