İhtiyaçlar ve İtiraflar
İnsan çoğu zaman ettiğini değil, seçtiğini yaşar. Sonunda milyarlarca kişinin içinde birbirini bulan o iki kişi, bir lokma ekmeği birbirlerine zehir etmeyi, evlerinin duvarlarını da birbirine zindan etmeyi başarabilmişlerdir. Kişiler zorluklar karşısında değişir ve dönüşürler (tekâmül). Yeryüzünde, verilmesi gereken hesaplar ve alınması gereken dersler vardır. Ve olanların hepsi “yolda” olmuştur.
Evinden, tek bildiği kalesinden, artık ayrılmıştır genç birey. Diğer evinden ayılıp eşini arayan -keşfetmeye candan gönüllü- bireyle, aşk vasıtasıyla, durdurulamaz kararlılıkla birbirlerine çekilirler. İkisi de “tesadüf” der bu duruma ama aslında tesadüflerin öncesinde hiç fark etmedikleri olaylar zincirini kendileri ayarlamışlardır. Nasıl birini istediklerini hep hayal etmiş, bir çağrı yaratmışlardır. Daha önce karşılarına çıkan kendine daha uygun adayları ya reddetmişlerdir ya da yanlış anlaşılmalar ayrılmalarına neden olmuştur. İkisi de daha önce yaptıkları bir anlaşmaya sadık kalarak dileklerinin kendilerine gelmesini beklemişlerdir. Yeryüzünde verilmesi gereken hesaplar ve alınması gereken dersler vardır ne de olsa.
En Uzaktaki Yakınımız
Bu iki kişinin bir araya gelmesiyle yıpratıcı, zorlayıcı ve öğretici olan yolculuğa çıkılmıştır. Birbirine benzer günleri, olağan şeylerle birlikte hayatlarındaki dönüm noktalarını yaşamaya başlamışlardır. İlk dönüm noktaları aşktır, sonra sırasıyla cinsellik, türünün devamını sağlamak, sahiplenme, sahiplenilme üzerine bağımlılıklar ve ne istemediğini anladıkça yabancılaşma gibi unsurlarla durumlar devam eder.
Sosyal çevreleri, aile yapıları, zevkleri, yemek kültürleri, inançları, büyüdükleri coğrafya… Hiçbir ortak noktaları olmadığı hâlde yılları birlikte geçirirler. Sonunda milyarlarca kişinin içinde birbirini bulan o iki kişi, bir lokma ekmeği birbirlerine zehir etmeyi, evlerinin duvarlarını da birbirine zindan etmeyi başarabilmişlerdir. İnsan çoğu zaman ettiğini değil, seçtiğini yaşar.
Hayatta kalma mücadelesi ile gündüzler, ayrı yastıklarda aynı yatakta geceler geçer. Aynı pencereden dışarıya bakarlar ama farklı manzaralar görürler. Kendilerince değerler yaratırlar. Kimi maddi kazancın, bilginin peşine düşer, kimi çok sevilmenin. Kimi özgürlük derdindedir, kimi rüzgârda savrulmamak için tutunacak bir dal arar. Kimi değişimi sever, kimi değişikliğe tahammül edemez. Kimi hiçbir dört duvar arasına sığmaz, kimi ise günün sonunda evine sığınmak ister. Farklılıklar bir engel misali, sapa, nereye uzandığını bilmedikleri bir yol gibi önlerinde uzanır. Dolanırlar hayalleri, gerçekleri, zorunlulukları ve istekleri arasında. Aşk bu iki yabancıyı bir araya getirmiştir çünkü. Biri uzun süre demlenmiş çayı içmek ister, diğeri yeni demlenmişini. Biri karanlıkta oturmayı yeğler, diğeri aydınlığı (uyurken bile lamba açık olsun ister). Biri gece geç saatlere kadar vakit geçirmeyi sever, diğeri erken yatıp erken kalkmayı. Biri evde ses olsun diye televizyonu açar, diğeri sese tahammül edemez. Biri düzen hastasıdır, diğeri dağınıklığı sorun etmeyen tipten. Biri sebze sever, diğeri et ağırlıklı beslenir. Biri kitap okumayı sever, diğeri gezmeyi. Bunlar küçük ama yıllara yayıldığında biriken ve büyüyen farklılıklardır. Bir arada kalmaya devam ediyorlarsa biri susan, göz yuman, itaat eden; diğeri konuşan, eksik arayan, üsteleyen, iktidar olan taraflar olarak uyumlandıklarındandır. İlişkide alıcı ve verici taraflar kendiliğinden belirlenmiştir. Veya üçüncü seçenek belirir: Bir arpa boyu yol alamayan, birbirine sürekli toslayan iki inatçı keçi gibi devamlı çatışırlar.
Eş Seçimini Çoğu Zaman İhtiyaçlar Belirler:
Bilinçaltının Mantığı Yoktur
Kadının biri -en azından- seçimleriyle ilgili bir genelleyemeye varmıştır ve psikoloğuna hayatına aldığı tüm adamların neden alkol bağımlısı olduğunu anlayamadığını sorar. Psikolog, danışanının çocukluğunda babasıyla olan ilişkisini irdeler. Kadın “Babam içerdi ama kendi hâlinde davranırdı. Hatta içerken beni kucağına alıp severdi. Sonra da sessizce gider yatağına yatardı,” der. Psikolog olayı çözmüştür. Kadının alkol kokusuyla sevgiyi birbirine bağladığını tespit eder. Kadının seçimlerini bilinçaltında sakladığı duyguları belirliyordur. Bilinçaltının mantığı yoktur, duygularına bağladığı olayları ve olaylardan edindiği sonuçları doğru kabul eder. Bilinçaltı sadece duygulara bağladığı olaylar zincirini bilir. Ve bu şekilde uzun süreli öğrenme gerçekleşir. Kadın yaşadığı olayları duygularına bağlamıştı. O nedenle alkol kullanan erkekleri hayatına çağırıyor ve onlarla ilişkilerini devam ettiriyordu. Çünkü kişi, tanıdık olanı seçer. Tanıdık olduğu şeye ihtiyaç duyar. İnsanın benzerinin yanında rahat etmesi gibi. Geçmişinde şiddete maruz kalmış, özgürlüğü kısıtlanmış birine değer verdiğinizde bunu kabullenmekte zorlanır ve verdiğiniz özgürlüğü reddedebilir. Huzursuzluk yaratmak için olmadık bahanelerle enteresan sorunlar çıkarabilir.
Bir atasözü şöyle der: “Tanıdığım şeytan, tanımadığım dosttan iyidir.”
Pygmalion Kompleksi
Yaşı ilerlemiş erkeklerin kendilerinden oldukça genç bir kadınlarla evlenmeyi tercih etmeleri de örnek olarak verilebilir. Evlilik deneyimi yaşamış, çalışma yaşamını tamamlamış, statü sahibi, hayatında onu eleştirecek, taleplerde bulunacak birini değil de ona ilgi gösterecek birini arayan erkek, kendinden yaşça çok küçük bir kadınla evlenmeyi tercih edebilir. Zamanla duygularının ihtiyaçları değişmiştir çünkü. Hayatta çok fazla deneyim edinmemiş, onu hayranlıkla dinleyen, onun isteklerini takip eden (itaatkâr) bir kadına ihtiyaç duymaktadır. Çünkü gençlik hamdır, kolay şekillenir. Daha önce hayatına giren kadınlardan memnun değildir, şekillendireceği birini arar zaten. Adam, Pygmalion’un düşündüğü gibi: “İstediğim kadını ben yaratacağım,” der. Bu hikâyeler yeni değil ve yeniden yaşanmıyor. Kahramanın dünya üzerindeki yolculuğu yüz binlerce yıl önce başladı. Ve hikâyeleri edebiyatın içine gizlendi. Mitolojide yer alan heykeltıraş Pygmalion’un hikâyesi, günümüz versiyonu ile çok ilginç tesadüflerle karşıma çıkmıştı. Doktor ve genç eşinin yaşadığı olaylar hapishaneye kadar uzanıyordu. Sonunu bilmiyorum, belki uydururum.
Yaşadıkları deneyim sonrasında kadın ve adam, elde etmeyi başardıklarına rağmen huzurlu ve neyi, neyden dolayı seçtiklerinin bilincinde değillerdir. “Başıma bunlar neden geldi,” diye hayata şaşkın şakın bakarlar. Çünkü yaşamlarını ihtiyaçları kontrol ediyordur, can cana bir yaşam içerisinde değillerdir. Huzur ve mutluluk gibi duygular içeriden var edilmelidir, dışardan alınırsa hükümleri birkaç gün sürer, sonra aynı noktaya geri döner kişi.
Alkol bağımlısı adam, kadını anlayamaz çünkü o erkeklerin hiçbiri babası değildir. Genç kadınsa o adamı anlayamaz çünkü adamın deneyimlediği ve öğrendiği şeylerin içeriğinden kadın bihaberdir. Adam anlatmaya çalışsa bile genç kadının bu durumlarla ilgili bir deneyimi yoktur. Ayrıca adamın onunla ilgili derdinin ne olduğunu da bir türlü çözemez. Aralarındaki diğer uyumsuzluklarının üzerine zamansal bir sorun da eklenmiştir. Kadın, adamın ne anlatmak istediğini tam manasıyla bilemeyecektir ve ayrıca bir noktadan sonra itaat etmeye de daha fazla katlanmayacak ve isyan edecektir.
Güç Mü Karakter Mi?
Kadın, adamın kendisine değil, mesleki başarısına hayran olmuştur. Mesleki başarı ve kişisel başarı (özün kendini bilme) birbirini besler fakat ayrı konulardır. Bir arada yaşayan bu uyumsuz çiftler uzun bir zaman sonra olayların hiç tahmin etmedikleri noktalara vardığını düşünürler. O kısım ise ayrı bir muammadır. Gökyüzüne bakıp “Biz bu hâle nasıl geldik?” diye sorarlar kendi kendilerine. Oysa sırf eksik olan o şeyi -ruhuna eş, yaşam yolunda canına yoldaş- aramak uğruna çıktığını sanıyorlardır yola ama ihtiyaçları araya girmiştir. Yani, olanların hepsi “yolda” olmuştur. Edindikleri deneyimlerin ve öğrendiklerinin onlar için ne anlama geldiğini çözecek olan kişilerin kendileridir. Kişiler zorluklar karşısında değişir ve dönüşürler (tekâmül). Yani, olay vardır ama o olayların iyi mi yoksa kötü mü olduğunu, devamındaki zincirleme ilişkilerin ne şekilde ilerleyeceğini bilemeyiz. Dolayısıyla iyi ve kötü diye bir şey yoktur. Olmuş ve oluş durumu vardır. Yanlışlardan doğu çıkararak yol alırız ve “her yanlış yeni bir nakış” sözünde de anlatıldığı gibi farklı motifler bu şekilde keşfedilir. Eğer insan için ölüm bir sonlanma olarak algılanıyorsa bilinç için gelecek diye bir şey yoktur. Çünkü ölüm anı, olmuşlardan sonra şimdinin içinde gerçekleşir. Ölmüş zihin, gelecekte olacak olan bedenin çürümesine şahitlik edemez. Devam eden olaylara, -bilinçleri yok olana kadar- başkaları şahitlik eder. Dolayısıyla kişi şimdinin içinde yok olmuştur. Japonlar, gelincik için şöyle der:
“Gelincik insan ömrü gibidir. Dünü vardır, yaşamıştır. Bugünü vardır, yaşıyordur. Ama yarını belli değildir…”
Ama ruh diye bir şey varsa ve bir enerjiden oluşuyorsa geçmiş, şimdi ve gelecek arasında sonsuzluğu yaşıyordur. Enerjinin korunumu yasası der ki: “Enerji ne yok edilebilir ne de yoktan var edilebilir.” Zaten enerji hep vardı ve var olmaya devam edecektir.
İtiraflar Oldukları Yerde Kabarmaya Başlar
Bir katil bile kurbanının son feryadını, son hareketlerini, o çaresiz son bakışını ve son nefesini üzerinde taşır. Yalnızlıktan korkar çünkü yalnızlığının içinde taşıdığı her şey oldukları yerden hortlayıp yeniden canlanır. Katil olduğunu haykırırsa, bir tek kişiye bile itiraf etse tüm olanlardan kurtulabilirim diye düşünür. Sustukça yükü ağırlaşır, yükünün açtığı yaralar derinleşir. Düşüncelerinin içinde günden güne erir.
İnsan hayatının belirli bir noktasına geldiğinde çocukluğunun, gençliğinin, orta yaşının ve yaşlılığının yükü depreşir. İtiraflar oldukları yerde kabarmaya başlar, düşünceler bedenini hasta eder.
“Bana bu inançları kim yükledi, bu değerlerin aslında bana ait olup olmadığının ayırdına varamıyorum, bir sefalet içinde mi yaşıyorum yoksa sevgi dedikleri şeyi mi yanlış anlıyorum? Yaşadıklarımın hepsi evrensel kuralların başıma açtığı belalar mı? Yaşadıklarımı anlayamıyorum, neyi eklemem ve çıkarmam gerektiğini de bilemiyorum. Tüm talimat ve kurallara uysam ben, ben olmaktan çıkıyorum. Karşı dursam başıma açılacak felaketleri hesaplayamıyorum. Kalbim bir taş kadar ağır. İçi başka bir şey alamayacak kadar da dolu. Kapısı kapanmış, taşlaşmış. İçinde tutar tüm kelimeleri. Kim açar bu kapıyı, kim dinler bu hikâyeleri? Yağmura fazlasıyla doymuş bir nehir gibi kabarıyorum. Ya biri gittiğim yolun dışında ayrı bir kanal açacak, ben oradan ve kendi yolumdan yumuşak hareketlerle usulca geçeceğim ya da taşıp, çağlayıp etrafımda ne varsa yıkıp geçeceğim. Yaşadıklarıma biri bir cevap vermeli. En iyisi bir psikoloğa gitmek,” diye düşünebilir kişi. Ama psikolog ona cevap yerine daha çok soru soracaktır. Sorularla kişiyi, sorununa yönlendirerek olanların farkına varmasını sağlamaya çalışacaktır. Aslında istediği çok fazla bir şey değildir, sadece onu yargılamadan dinleyecek birine ihtiyacı vardır. Çocukluğunda eksik bırakıldıklarını, aklında yaratıp büyüttüğü ve sakladığı tüm o suçluları ilân etmek ister; tüm sırlarını, suskunluklarını, başarılarını ve de zayıflıklarını itiraf etmek ister. İhtiyaçlarının başkası tarafından karşılanması gerektiği fikrine kapılmaya devam ettikçe veya başkalarının ihtiyaçları için yaşadığı sürece bu düşünce döngüsü tekrarlanmaya devam edecektir. Çünkü eş ve arkadaş seçimlerini ihtiyaçları belirlemektedir. Tüm ihtiyaçlarını kendi karşılayan birine sadece sevgi verilebilir. O da yanındakine özgürlüğü ve sevgisini verir. Kişi her şeyi kendine vermediği sürece -buna sevgisi de dâhil- başkasına verecek hiçbir şeyi yoktur aslında. Bu bir nevi dışarıdan gelecek etkilere ihtiyaçsızlık yaratmaktır.
Tüm o dönüm noktalarını atlatabilmiş, tüm eksik ve fazlalıklarına rağmen birbirini olduğu gibi kabul etmiş, kendini ve karşısındakini tanımayı başarabilmiş; sırlarını paylaşabilen, kendilerini bilen, ihtiyaçlarını birbirine yüklemeyen, sadece birbirlerinin kişisel varlığı için minnet ve şükran duyan, birbirini beklemekten dahi zevk alan, birlikte var olmaktan hoşnut olan çiftler, bir yerlerde yaşamlarını sürdürüyorlardır. Kibirsiz, yalansız, özgürce, insanca, güvenli, dengeli bir yaşam içinde…