

Doğruyu Seçmiş Olmanın Bedeli (Mektup)
Nusret Sevgilim,
Bugün günlerden pazartesi ve dışarıdaki rüzgâr fırtınanın habercisi. Balkonda oturup etrafa bakınıyorum. Yine insanlar bir yerden bir yerlere gidip duruyor. Hepsinin gitmeleri ve geri dönmeleri gereken bir yerleri var yani. Sen şimdi olmaman gereken bir mekândasın ve ne zaman döneceğin belli değil. Kendi kendime soruyorum: Bunca yaşananlardan sonra dünyadan ne anladın? Çok şey ve hiçbir şey. Büyüdükçe küçülüyorum bilmediklerimin ve sorumluluklarımın karşısında. Kendi seçtiğim de değildi çoğu. Seçtiğimi sandığım şeyler kültürel öğretilerin getirisiydi. Seni ziyaret ettikten sonra dönüş yolunda, trene bindim. Biraz insanları izlemek istedim. Onlara göz kaçırmaksızın yine baktım. Bedenlerinin içine girmeye, gözlerinin içinden ruhlarına ulaşmaya çalıştım. Başkalarının da bana yaptığı gibi, hayatları ve karakterleri ile ilgili fikirler yürüttüm. Hiçbir bakışma veya karşılaşma tesadüf değildir, öyle değil mi? Seninle üniversite kampüsündeki karşılaşmamız gibi. Trenden inip eve doğru yürürken hayatın omuzlarıma yüklediği ağırlıktan kendimi kurtaramayıp sınırlarımı yine aşamadığımı fark ettim. Özgür irademin yüklediği sorumluluklardı bunlar. Özgürlük ve sorumluluk arasında hep bir bağ olduğunu biliyordum. Bazen birinden birini seçmek, zorunluluk olarak tüm tercihlerin önüne geçiyor bazen de birbirlerini tetikleyip yeni düşünce alanlarında yeni sorumlulukları doğuruyor. Ben bu ikincisini daha çok yaşıyorum. Anlam veremediğim ise özgürlüğün ve sorumluluğun birbirlerini sıkıştırıyor olmaları. Özgürlük alanım genişledikçe fikirlerim yoğunlaşıyor, çeşitleniyor, bunun karşısında eylemlerimin getirdiği sorumluluk artıyor. Özgürlük bir gereklilik ise sorumluk da bir gerekliliktir fikrine kapılıyorum. Özgürlük, eylem, sonuç, sorumluluk… “İnsan olma sorumluluğunu taşıyoruz üzerimizde,” derdin. Bu sözünü ara ara böyle irdeleyip duruyorum işte.
Bu aralar içim çok daralıyor; yaşam sorumluluğum kadar, dünya üzerinde yaşananlarda da suskunluğum kadar sorumlu olduğumu düşünüyorum. Ve eylemsizliğim kadar da suçlu hissediyorum kendimi. Daha ileri gidip düşünmek bir yetenek midir diye soruyorum kendime. Evet, algısı olmayan birine ayırdına varmış olduğum tanımları sunmak afaki olacaktır, öyle değil mi? O zaman öğrenmek, analiz etmek, sentezlemek, yeni fikirler geliştirmek bir yetenek işidir. Ve tabii ardından gelen sorumluluklar… Kişinin kendi yaşadıklarını kavraması, etrafındaki olayları anlaması ve olanları ifade ederek anlaşılmasını sağlaması idrak gerektirir, öyle değil mi? İdrakin olmadığı yerde özgürlük, sevgi, sorumluluk tanımlarının ne işe yarayacağını da bilmiyorum doğrusu. İdrak yeteneği olmayan birine sevgi ve sorumluluk anlatılamaz. Çünkü sevgi sorumlulukla yakın ilişkilidir. Sevdiğine yük olmayıp tüm yaşam sorumluluğunu alabiliyorsan gerçekten seviyorsun demektir. Ancak yetkin bir bilinç, sorumluluğun ne demek olduğunu anlayabilir ve onun üzerinde çalışarak yapması gerekenleri yapabilir.
Kalem ve kâğıt arasına sıkışmış, dar bir alanım var. Sevgi dolu bir bakış, sıcak bir dokunuş gönderemiyorum sana. Ama düşünce süzgecinden geçirdiğim, özenle seçtiğim sade cümlelerimi yolluyorum. Bu aralar böyle karmaşık şeyler düşünüyorum işte, seninle paylaşmak istedim.
Geçen hafta hapishaneye seni görmeye geldiğimde, yüzündeki çaresizlik içime işledi. Etkisinden birkaç gün kurtulamadım. Sana bakarken kafesteki yırtıcı bir kuşa bakıyormuşum gibi hissettim. Özün sıkışmıştı odalara ve duvarlara. Başkalarının koyduğu sınırlara bağlanmıştın. Kendi kendine sahip olamayacak kadar şartlara bağlıydın. En korktuğun, en korktuğumuz şey bu: tutsaklık. Ve niçin? Dünyayı, doğruları diğerleri gibi anlamadığımız için mi? Şimdi tüm yapmam gerekenleri yalnız yapmam gerekiyor. Bunları sana sessizce yazıyorum ama sözcüklerim öfkeli. İnsan mutlu olduğunda yazmaz ki… Sadece o anı yaşar. Ağırlaşmış duyguları taşıyamadığı zaman yazar insan. Sensiz her şey giderek soluklaşan puslu günler içinde geçiyor ve ben eksilmeye başladım.
Sekreter olarak çalıştığım avukatlık bürosunda stajyer olarak çalışan bir kadın vardı, hatırlarsın belki adı Leyla’ydı. Onun uçarı bir mizacı vardı. Dün onu Avukat Serkan’ın kucağında yakalayınca böyle şeyler yapma, adam baban yaşında diye uyardım. O gidip hemen söylemiş o adi adama. Yine işimden oldum anlayacağın. Zaten bu adamın ne mal olduğunu biliyordum ama işe ihtiyacım olduğundan çaresiz bir mecburiyetle dayanıyordum. Biriktirdiğim paralar bize bir ay anca yeter. Doğru olmak, başkalarının hakkını savunmak, karın doyurmuyor ne yazık ki. Üstelik ben şimdi onuncu köyden de kovulmuş durumdayım.
“İnsan insanın kurdudur,” demiş Thomas Hobbes. İnsanların ürettiği, kendi aralarındaki sınıf ve cinsiyet eşitsizliğinin hat safhada olduğunu düşünüyorum artık. Tüm bunlar bu yüzden başımıza gelmedi mi zaten? Eşitsizliğe ve adaletsizliğe maruz kalmış o kadın için yaptığın cesaret gösterisi!
Kadınlar hep korumaya muhtaç mı yaşayacak? Muhtaç… Sırf fiziksel güç farklılığı yüzünden ne saçma! Güç gösterisi yapan erkekler, kadınlardan korkmak yerine onları sevmeyi denese daha mutlu olacaklar hâlbuki. Bir kurum veya birileri kadınım diye neden benim hakkımı korumak zorunda? Önüme engelleri koyan kim ki diğerleri beni savunuyor?
Çekiştirip duruyorlar kadınları bu hayatta. Kadınlar onları koruyanlar ve incitenler arasında hayatlarının seyircisi olarak bırakılıyorlar. Düşüncelerimi sözcüklere döküp istediğim zaman seninle paylaşamamanın kasvetini yaşıyorum içimde. Sesim yok. Sesin yok. Daha önce hiç bu kadar uzak kalmamıştık. Yatağa yatınca yalnızlığım daha da derinleşiyor. Nefes alıp verişin yok. Ve sensizliğin sesi çekilmez. Arada bir içime dönüp denemeler yazıyorum. Kız kardeşime okuttuğumda, hep acıları, hüznü yazıyorsun, dedi. Senin gibi anlamadı içeriğini. Anlaşılmak ne zor. Anlaşılmak için yazmamalı insan. Böyle bir derdi edinmemeli kendine. Şimdilerde anıların saldırısına uğruyorum adeta. Evdeki fotoğraflarının yanından geçerken, ayakkabılarına rastlarken, banyodaki eşyalarına bakarken… Geriye sadece anılar ve umutlar kaldı. Mektupla anlaşılır mı tüm duygularım? Çok zor.
Kahvaltı hazırlarken sana neler yazacağımı düşünüyordum. Yumurtayı haşlamak için cezveye koymuştum. Aynı zamanda tavada yumurta yapmak için yağı eritirken buldum kendimi. O kadar dalmışım yani. Neyse ki yumurtanın suyu ısınmadan yaptığım hatayı fark ettim. Suyu döküp yumurtaları erimiş yağın içine kırdım. Ben de akıl bırakmadı yaşadıklarımız. İnsanın dakikalar içinde hayatı değişir mi? Değişirmiş, olanlar bu işte sevgilim. Geçmişimi anlayıp tanımlıyor ve neticelerini kabul ediyorum. Aklım denetleyebiliyor sorumluluklarımı. Ama şimdiki haksızlığı anlayamıyorum. Sana karışma dediğim şeylere hep burnunu sokuyorsun. Gecenin o vakti, o tekinsiz zamanda çalan telefon sesiyle değişti hayatımız. Kocasından şiddet gören o kadının tek sığınacağı kişi sendin. Onun davasını kabul ettikten sonra gelişen olaylar bizi çok fazla etkiledi. Şiddete maruz kalan o kadını duruşmada sonuna kadar savunduğun için saldırıya uğrayıp önce müşteki durumuna, kendini savunup karşılık verdiğin için de şimdi suçlu konumuna düştün. Yaşananlar karşısında ne söyleyeceğimi bilemiyorum. İnsanların dünyaya, birbirlerine karşı sorumlulukları var, diye diye sonunda başını büyük bir belaya sokmayı başardın! Bence tüm insanlara karşı tek bir sorumluluğumuz var: Özgürlüklerine saygı göstermek. Tüm insanlığın büyük sorumluluğunu üzerine alamazsın. Orada bolca düşünme vaktin var. Bunları kabullen lütfen.
İnsanoğlunun öğrenmeye, insan olmaya karşı niçin bu kadar direndiğini bilemiyorum. Her hayat yaşanmıştır ama anlaşılamamıştır, diyordun. Biz anlamaya çalışanlardanız, diyordun. Doğruları anlamayı kabul etmeyen bir dünyanın içinde, şimdi bu olanlardan ne anlamam gerekiyor bana söyler misin? İnsan olmayı yanlış anlayanlar, kadın ve erkeği iki farklı varlıkmış gibi görenler arasında ne kadar az kişi olduğumuzu bir daha anladım. Sadece bunları düşünmek ve anlamak ne işe yarar ki? Yasaklar arasında sıkışmış düşünceler bunlar. Bir türlü yolunu bulup gün yüzü görememişler. Kendimi tanımak, eylemlerimin farkına vararak vicdani ödevlerimi yüklenmek… Tüm bunları yapabilmek ne kadar zor anlatamam. Sorumluluklarla ağırlaşmış düşünceleri sana anlatıp kurtulmak isterdim. Sadece biri tarafından anlaşılmak… Sadece bir insanım olsa yeter bana. Göz göze bakışmalarla anlatsam, suskunluğumla anlatsam bazen de hiddetlenerek, kahrederek anlatsam sana. Ama yan yana değiliz eskisi gibi. Ruhumun sözcüsü olan zihnimden dökülen sözcükleri, şimdilik elimdeki kâğıt ve kalemle ileteceğim sana. Bedenlerimiz çekildi aradan. Kanlı ve canlı olarak birbirimizin yanında olmayacağımız bir zamanın içine çoktan girmiş bulunmaktayız. Bedenlerin birbirine çektiği hasreti şimdi daha iyi anlayamaya başladım. Ruh, zihin ve bedenin ayrılmaz parçalar olduğunu kanıksadım. Seni eskisi gibi tüm bütünlüğünle yanımda istiyorum. Kader ise oyunlarıyla bizi alaya alıyor. Uykusuz kaldığım gecelerde ise düşünceler beni oradan oraya savurup duruyor.
Hiçbir şeyi anlamak istemiyorum artık. Anlamak sorgulamak, sorgulamaksa öğrenmek ve düşünmek demektir. Ben anlamak ve anlaşılma ihtiyacı duymayan, körü körüne inananlardan olmak istiyorum. Onlar gibi kendi dünyalarında belirlenmiş öğretileri sürdürerek kalıplaşmış bir yapıya sahip olmak istiyorum. İnsanın kendini bilmesi ne kadar zor bir mesele. Kendi ile ilgili her şeyi bilmesi ve bulduğunu kabullenmesi ne kadar çaba gerektiriyor, bilemezsin. Ben de kolay olanı tercih etmek isterdim ama yapamıyorum yine. Doğru davranmak için kendi içimizde ve birlikte çok düşündük, okuduk ve öğrendik. Erdemi tanımlamak, dünya üzerindeki eşitliği sağlamak, yaşananları anlamak ve tüm bunları ifade ederek anlaşılmak için akıl kadar bilgi de bir gerekliliktir. İnsan bilmeye muhtaçtır, öyle değil mi? Kısacası, kötülük bilgisizliğe denk gelir.
Anılarım beni yoklarken böyle derin ve ısrarlı düşünceler sarmaşık gibi sarıyor aklımı. Onlara savaş açıyorum bazen. İtiraz çığlığı eşliğinde reddediyorum. Belirsizliğin tedirginliği var içimde ve bir taş kadar ağırım. Kafamda bir sis perdesi var. Net olamıyorum. Bu ortamda beliren duygular ise anlaşılmaz. İnsan hep aynı düzende yaşayacağını sanıyor. Birden her şeyin değişmesi bir hayal kırıklığı yaratıyor. Yazdıklarımı baştan aşağıya okuduğumda, şikâyet mektubu gibi geldi bana. Ama değiştirmeyeceğim. İçimden geçen duyguların değişmediği gibi… Seni olduğun yerde daha da huzursuz etmek istemezdim. Ama buyum ve buyuz. Hatıralar gelip gidiyor ve biz birbirimizin uzağına düştük. Bize reva görülen bu ayrılığı ve yalnızlığı kabul etmiyorum. Haksızlığı, eşitsizliği ve doğru olmayanı anlamak istemiyorum. Varlığına o kadar alışmışım ki duygularımda yalnızlığın ürkek, buruk bir tadı var şimdi.
Ahmet kahvaltıda senin nerede olduğunu sordu yine. Beş yaşındaki bir çocuğa tüm olanları nasıl açıklayacağımı bilemediğim için yakında gelecek dedim. Yakında dön lütfen yoksa yalancı çıkacağım.
Canım Günay,
Sadece sana özgü olduğunu bildiğim sözcüklerin gücünden etkilenmemek mümkün değil. Kâğıt üzerindeki harflerin insan ruhunda bu kadar etkili olması, yine şaşırttı beni ve söylediklerin adeta içimde yerini buldu. İnsan mutluyken yazmaz, onu yaşar, demişsin. Evet, acıdan geçmek üzereyken veya geçtiğinde yazarsın. Yazdıklarınla normal duyguların dışında bir yerlere sürükledin beni. Zaman burada çok durgun ve ben ıssızlığın ortasında şimdi daha karışık bir ruh hâli içerisindeyim. Zaman akışının duygu durumumuza göre değiştiğini düşünüyorum. İnsan sevdiği şeyleri yaptığında vakit nasıl da hızlıca uçup gidiyor. Zamanın kanatları var, diye düşünüyorum. O kanatlar ki günü hızlandırır ve sen öğrendiğin zengin içerikli yaşamdan doyum alırsın. Ve o kanatlar ki günü ağırlaştırır yaşananları işkence hâline getirebilir. Birbirini takip eden aynı günlerin ise çoğul olmasına gerek yok. Tek bir günmüş gibi yaşanır ve anlatılabilir. Yani anlayacağın zaman eşit davranmıyor güne. Günlerime anlam katmak, aynısını tekrarlamamak ve zamanı yoğun yaşamak için fikren debeleniyorum burada. Zamanla uğraştığım bu yerde neyse ki okumak ve birlikte olacağımız günlerin hayalini kurmak için bolca vaktim var. Ne olursa olsun ruhlarımızın arasına hiçbir engel giremeyecek. Onu tutsak edemeyecekler. Hayallerimizi ve derin düşüncelerimizi de. Okumaya, yazmaya ve sohbet etmeye devam edeceğiz. Fikirlerimiz içerisinde çile çekerek karanlığa direneceğiz.
Günü ışıksız duvarlar arasında, saatlerce sarı lambanın altında geçiriyorum. İnsan kokuları arasında, kurşun gibi ağır bir hava dolaşıyor içeride hep. Ayrılığın ve belirsizliğin yarattığı duygusal bir baskı altında olduğunun farkındayım. Benim durumum da seninkinden farklı değil. Sonucu her ne olursa olsun, ben insan olarak kutsal saydığım erdemlerime, sorumluluklarıma sahip çıktım. Seçtiğim yaşam ile ilgili insan olmaya dair tüm sorumlulukları, bağnaz akıllara aldırmadan yerine getirmeye çalıştım sadece. Muğlak bir durumda olduğumuz bir gerçek. Ama aldığım kararla iyiliğin yanında olduğumu bilmek huzur veriyor. Doğru ve dürüst olmanın iyileştirici bir gücü var. Zorluklar karşısında değişir ve gelişiriz, öyle değil mi? Bu belirsiz günler de hızla geçip gidecek, içini ferah tut.
Şimdi dört duvar arasında kendime daha fazla odaklanıyorum. Duygularım için çok fazla zaman ayırıyorum. Yalnızlığımla yüzleşiyorum biraz. Ama sen ve oğlumuz düşüncelerimde dolaşmaya devam ediyorsunuz. Tüm bunların ve burada olmamın bir nedeni var. Ve nasıl geçer sorusuna da dayanmalıyım. Dürüstlüğümün zalimliği, doğru düşünceyi bulmam için bana yardımcı oluyor. Ve bazen anılar gözümün önünden ardı ardına sıralanarak yavaşça geçiyor. Dünyanın acı gerçekleri bunlar işte ve biz onları akıl yolu ile kavrıyoruz. Senin olmadığın bir mekânda, sensiz zamanlar yaşıyorum. Uğursuzluğun kurduğu pusuya düştük. Ama her şey ne bitmiş ne de başlamış durumda. Bense bedenen iyi ama ruhen iyinin uzağındayım. Yanık yarası gibi bir sızı var içimde. Başkalarının yarattığı mantıksızlığın ve çaresizliğin getirisini yaşamak zorunda kaldığımı düşündüğümde, öfke spiral bir hâlde dolaşıyor bedenimde.
Zoraki bir suskunluğun içindeyim, gün ışığının olmadığı donuk ve sessiz bir dünyaya atılmış gibiyim. Ziyaretinden sonra bu küçük hücreme dönerken arkamdan çarpılan kapı sesleri kulaklarımda çınladı. Sanki beni buraya bırakıp gitmişsin gibi hissettim. Titrek sarı ışığın altında, onca insanın arasında, sessizlik içinde yaşıyorum. İlk duruşma istediğimiz gibi geçmedi ve olacakları beklemekten başka şansımız yok. Zaman burada sonsuz gibi. Düşünüyorum da böyle yalnız olsaydım, asla kendimi geliştiremezdim. Kendimi her şeyimle sana açmış olmam, hakkımda pek çok şey öğrenmemi sağladı. Sana bakarak kendimi tanıdım ve anladım. Sendeki yansımamla kendimi gördüm, sözcüğü aklımdan geçtiğinde, bulduğum şeye inanamadım. Sözlerin ne kadar acımasız olsa da yine her zamanki gibi aynaların gösteremediğini gösterdi bana. Bununla ilgili sana her zaman minnettarım.
Bazen konuştuklarımız kadar sustuklarımızdan, bildiğimiz kadar bilmediklerimizden dahi sorumluyuz. İnsanlara, hayvanlara ve ağaçlara yapılan katliama dur demeyip sustuğumuz gibi, ben bilmiyordum deyip farkında olmadan bile olsa zalimlerin işini kolaylaştırdığımız için sorumluyuz. Gözümün önünde gerçekleşen şiddete, eşitsizliğe bana ne deyip geçip gidemezdim. Duruşmadan çıktıktan sonra kadın müvekkilime isabet edecek o bıçak darbesini engellemeye çalıştığımda, tek bir niyetim vardı: Onu korumak. Ama saniyeler içinde ben de ne olduğunu anlayamadım ve eşini kanlar içerisinde, karnını tutarken gördüm. Anlık meydana gelen bu hızlı sahnenin hayali her gün zihnime uğruyor ve ben o sahneyi kovalamak zorunda kalıyorum. Kanunların elimi kolumu bağladığı bu yerde dahi kendi yasalarımı koyabileceğimi hâlâ biliyorum. Yasalarıma uyarak eşitsizliğe sessiz kalmadığım için de pişman değilim. Sana anlık bir karar gibi gelse de eylemlerime her zaman dikkat etmişimdir. Seçtiklerimin sorumluğunu her zaman aldım, şimdi de alıyorum. Sonucu her ne olursa olsun, şu anki insan olma hâlimden memnunum. Kendime saygı duyuyorum. Çünkü birçok duygusal engeli aşarak yanlış olduğunu bildiğim haksızlığa müdahale ettim. Görmezden gelip, müdahale etmeseydim içimde hep bu durumun rahatsızlığını yaşayacaktım. Vicdanım beni rahat bırakmayacak, doğru olanı yapmadığım için sürekli hatırlatmalarda bulunacaktı. Yaptığım şeyden pişman değilim. İçgüdülerimden gelen bir sese kulak verdim ve o an içimi bir kararlılık kapladı. Doğru eylemi gerçekleştirmiş olmak ile ilgili kendimi anlıyorum ve senin tarafından anlaşılacağımı umuyorum. Evet, o seçimi yapıp ileriye giden benim. İyiyi istemiş olmakta bir hata göremiyorum.
Duyuların dünyasından daha çok düşünceler âlemindeyim. Vicdanımın koyduğu yasalarla gerçekleştirdiğim eylemleri sorguluyorum. Vicdan sahibi bir varlık olarak, evet, tüm eylemlerim mevcudiyetini korumaya çalışan karakterime ait. Ne ararsam kendimde arıyorum işte. Başkalarına bakmaktan kendini kaçıranlardan değilim. Neyse ki uzun ve zahmetli yıllardan sonra bir noktada yakalayabildim kendimi. Yığınla suçlamalarım yok ve bu olay da benim için bir keşke olmayacak.
Dışarıda yağmur yağıyor ve ben o küçük pencereden yağmur kokusunu alabiliyorum. Minik ayrıntılar belki ama yine de içimdeki etkisi duygularımı değiştirmeye yetiyor. Ve bazen elimdeki duygular beni avutmuyor. Üzgün olmadığı hâlde insan ağlarsa bunun açıklaması ne olabilir? Ve ruhu dağılırken ağlayamamasının nedeni? Sonra hiçbir şeyin bana ait olmadığını düşündüm. Sen bile yalnızca bir hediyeydin. Hayatımdaki her şey bana ait olmayan ama bana verilmiş olan birer hediyeydi. Yaptığım şeyden pişman değilim. O bıçağı o adamın elinden aldım, olayların devamı ise beklenmedik bir biçimde gelişti.
Hiçbir ışık, kendine bir yol arayıp duran topluluğun içinde doğruyu seçmiş insanların düşünceleri kadar aydınlık olmayacaktır. Aydınlığımı erdemsizliğin karanlığına değişmiyorum. İdeallerimin sonucunda burada sessizliğin içindeyim. Sessizliğin de kendisine has bir uğultusu var ve yalnızlık içimde yankılanmakta. Bu acıyı davet eden bir seçim biliyorum. Senin ve oğlumuzun yokluğunun acısı bu. Onursuz yaşamaktansa erdemlerime sahip çıkarak şerefli olmayı tercih ediyorum. Çünkü biliyorum ki onursuz birini yanında istemezsin. Öyle birine de layık değilsin. Sadece yaşadığım hayata, sorumluluklarımın bilincine vararak layık olmaya çalışıyorum. Tanrı’nın cömertliğinden ve iyiliğinden de şüphem yok. Bu nedenle bu zor zamanları da geçirip tekrar en kısa sürede birlikte olacağımıza inanıyorum. Ben çıkana kadar kendini ve evladımızı kötü niyetli insanlardan korumanı istiyorum. Bu sorumluluğu layıkıyla yapacağını biliyorum. Burada birçok şeyden mahrumum. Sana destek olamıyorum. Gerekirse evimizi satabilirsin. Birlikte çalışıp yenisini alırız. Biz kendi kendine yeten kişileriz, dışarıya bağlı değiliz ve bu özgürlüğe eşdeğerdir. Kalbinde umutsuzluğa yer verme. Burada sadece bedenim tutsak. Düşüncelerimi bir yerlere kilitleyemiyorlar. Onun yöntemini henüz bulamadılar. Bilincim hâlâ uyanık, merak etme beni.
İnançlarından ve değerlerinden vazgeçmeyen aydınlık zihinler, düşünceden geçmeyen fikirlerin kurbanı oluyor bazen. Onurlu yaşam öyküleri öyle kolay edinilmiyor. Yanlış anlaşılmak veya hiç anlaşılamamak değil derdim, sen de dert edinme. Sadece yalanları, eşitsizliği sorumluluk alarak, öğrenerek, sorgulayarak ve fikir yürüterek cehaletten ayıklamaya çalışıyoruz. Bizi olgunlaştıracak olan gerçeklerimizle tanışmaya, yüzleşmeye ve yaşamaya çalışıyoruz. Karakterimiz ve ruhumuzla, hayat içindeki duruşumuzla, olaylar karşısındaki tutumlarımızla karşılık veriyoruz hayata. İnan bana yaptığımız, havaya savrulan hararetli bir savunmadan daha sağlam, inanılır ve zengin. Ben kendi zindanını içinde taşıyanlardan değilim. Rahatsız edici düşünceler bile zamanla bir yer buluyor kendine, kabulleniyorum.
Yıllara neler sığmıyor ki bunlar sığmasın. Bir şey olacaksa kimse buna mâni olamaz ve eğer olmayacaksa da mutlaka bir nedeni vardır. Her şey bir nedensellik bağlantısına göre gelişir. Şartların nasıl meydana geldiğini bilmek zorunda değiliz. İlahî güç, etki ve tepki silsilesi, olasılıkların bir araya gelmesi, fiziki şartlar bunlardan hangisinin bizi o noktaya vardırdığını bilmemiz de imkânsız. Diğerlerinin yaşımı içinde gerçekleşen olaylara nasıl denk geldiğimizi bilemeyeceğimiz gibi.
Sınırlar ve mecburiyetler içinde yaşamaya da alışıyor insan. Ama geçici olduğuna inanıyorum. Bir saz tınısıyla bir türkü tutturuyor gencin birisi. Herkes mahzunlaşıyor, kendi iç dünyasına dalıyor, sevdikleri üzerine hayaller kuruyor, eski günleri yâd ediyor sözcüklerin ve müziğin eşliğinde. Bense bir göl veya deniz kenarı bile dindiremez zoraki yalnızlığımı, diye düşünüyorum. Hangisi daha zor? Kendi sesini duyamamak mı yoksa yazıp da içinden atamamak mı?