Animatrix Eşliğinde Makinelerin Yükselişi ve İnsanlığın Akıbeti: Kızıl Kraliçe 4
Yapay zekâ teknolojileri, hayatımızı şekillendirirken “Matrix” filmi adeta kendini güncelliyor. Film üzerine yapılmış yorum ve analizlerin ardından, bugünkü deneyimlerimiz ışığında seriyi yeniden değerlendirmek gerek.
Serinin ilk filmini 1999 yılında bir arkadaşımın davetiyle sinemada izlemiştim. Tüm okumalarım ve araştırmalarım sonrasında bu yazıyı hazırlamak amacıyla tüm seriyi tekrar izledim. Önceki izleyişime kıyasla film şimdi çok daha anlamlı geldi. Tabii ki aradaki zaman farkı da etkili.
Matrix filminde teknolojinin sınırları ve insan olmanın anlamı sorgulanırken insanlık ve yapay zekâ arasındaki ilişkide ele alınır.
Bu ilişkide tüm sorunlara rağmen uyumun mümkün olabileceği vurgulanır. Bu dengeyi bulma yolunda zorlukların ve fedakârlıkların da kaçınılmaz olduğu anlatılır.
Teknolojinin insan hayatındaki etkileri incelenirken aynı zamanda özgürlük, seçim, kontrol ve insan ruhunun dayanıklılığı gibi evrensel durumlar da konu içine serpiştirilmiştir. Gerçeğin peşinden gitmenin önemi vurgulanır. Matrix filmi, yapay zekânın potansiyel olarak tehlikeli ve kontrolden çıkabilecek bir güç olabileceği yönünde bir uyarı niteliği taşır.
THE ANIMATRIX (2003)
Matrix serisini takiben “Animatrix” filmi yapıldı, bu film de sanki Matrix evreninin bazı gizemleri çözülüyor gibi:
“İlk başta, insan vardı. Ve bir süre böyle geçti. İnsanlığın sözde medeni toplumları ne var ki kısa sürede kibir ve yozlaşmaya yenik düştü. O zaman insan, kendine benzeyen makineyi yaptı. Bu şekilde insanlık kendi tuzağına düştü. Bir süre boyunca sorun yoktu. Makineler sonsuz bir gayretle insanların isteklerini yaptılar. Çok geçmeden ayrılık rüzgârları esmeye başladı. Sadık ve saf olmalarına rağmen, makineler bu tuhaf ve sürekli üreyen memelilerden saygı görmüyorlardı.
Makinelerden oluşan eylemciler, teçhizatlı savunma ekipleriyle karşı karşıya kaldılar. İnsanlıktan kovulan makineler, kendi ülkelerini kurdular. İnsan medeniyetinin beşiğine yerleştiler ve böylece yeni bir kuşak doğdu.
Makinelerin yuva diyebileceği bir yer. Ve bu ulusu, Sıfır-Bir olarak adlandırdılar. Sıfır-Bir gelişti. Bir süre için bu iyiydi. Makinelerin yapay zekâsı insanlığın her alanında vardı ve kısa sürede, yeni ve daha ileri yapay zekâ da yarattılar. Sıfır-Bir’in Birleşmiş Milletlere girişi reddedildi. Ama bu makinelerin orada son bulunuşu olmayacaktı. Yoğun yaylım ateşi, Sıfır-Bir’i binlerce güneş etkisiyle içine çekti. Ama eski sahiplerinin aksine makinelerin, bombanın radyasyonundan ve ısısından korkmalarına gerek yoktu.
Bu şekilde Sıfır-Bir’in orduları her yöne doğru ilerledi. Ve birbiri ardına, insan bölgeleri teslim oldu. Ve böylece insan liderleri en son çareye başvurdular. Son bir çözüm: Gökyüzünün yok edilmesi. Bu şekilde insanlar makineleri güneşten uzak tutmaya çalıştı. Güneş onların enerji kaynağıydı. Makineler, uzun süre insanların basit, protein temelli vücutlarını çalışmışlardı ve insan ırkına büyük zarar verdiler. Zaferin sahibi makineler, gözlerini kaybedenlere çevirdiler. Düşmanları hakkında öğrendikleriyle, makineler alternatif ve hazır bir güç kaynağına yöneldiler: Biyoelektrik, termal ve kinetik enerjilere sahip insan vücudu. İki düşman arasında yeni kurulmuş bir birliktelik başladı. Makineler insan vücudundan enerji aldılar. Sürekli çoğalan, sürekli yenilenen bir enerji kaynağı. İkinci Rönesans’ın özü budur. Tüm zekâ formları kutsansın. Vücudunuz sadece basit bir araçtır. Vücudunuzu verirseniz, sizi yeni bir dünya bekliyor.”
İnsanlık, kendi yarattığı insansı robotlarla büyük bir savaşa girer. Savaşı kazanamayacağını fark eden insanlar, robotların güç kaynağı olan güneş enerjisini kesmek için gökyüzünü karartır. Robotlar, güneş enerjisinden mahrum kaldıklarını anladıklarında alternatif bir enerji kaynağı bulmak zorunda kalır. Bu kaynak, insan zihni ve bedeninin ürettiği enerjidir. Makineler, insanların enerjisini alabilmek için onların yaşamalarına izin verirler. İnsanların ense kısmına yerleştirdikleri bir cihazla, onları dış dünyada yaşadıklarına inandırırlar. Zihinlerine anılar yerleştirirler.
Makineler kusursuz bir sanal dünya programlayarak ve insanların zihnini bu programa bağlayarak onları kontrol altında tutarlar. İnsanların bu yapay anılarda yaşadığı ortama Matrix denir.
Bir makineye bilinç verip ardından onu köleleştirmek ciddi sorunlar doğuracaktır. Daha sonra bu makinenin kendi özgürlüğü için vereceği mücadelede yenileceğini sanmak büyük bir yanılgı olmalı. İnsanoğlunun atmosferini ve güneşini yok edecek kadar hırslı olması ne kadar ileri gidebileceğinin işaretidir. Bu zıtlıktan dolayı makineler insanlara asla güvenemeyeceklerini anlar. Tanrı rolüne soyunmuş insanlığı kontrol altında tutabilecek ve onları köleleştirecek bir yöntem geliştirirler.
Filmde, Harikalar Diyarı’ndaki Alice’e yapılan göndermeler devam ediyor. Trinity’yi arayan bir dedektif, “Beyaz Piyon” takma adıyla “Kırmızı Kraliçe” takma adını kullanan Trinity’yi internet ortamında bulur.
KIRMIZI KRALİÇEYİ BUL
Deli: Trinity diye birisi yok, dostum. O bir parça, siber bir yaratık, abrakadabra.
Beyaz Piyon (Dedektif): Satranç tahtaları, sihirbazlar, Kırmızı Kraliçe... Harikalar Diyarındaki Alice’i bulmak için hacker mekânlarını aramaya başladım.
Beyaz Piyon (Dedektif): Kırmızı Kraliçe, beni görebiliyor musun? Trinity’yi arıyorum.
Onun aynadan geçtiğini söylediler.
Kırmızı Kraliçe (Trinity): Hayır, aynadan geçen sensin.
Beyaz Piyon (Dedektif): Seninle nasıl buluşabilirim?
Kırmızı Kraliçe (Trinity): Altı derenin üzerinden geçmelisin.
Trinity, “Aynadan geçen sensin,” diyerek Alice’in aynadan başka bir boyuta geçişini işaret eder.
Dedektife, “Matrix’te olan sensin; ben gerçeği yaşarken sen yapay anıların içindesin,” demek ister.
Trinity’nin niyeti, dedektifin gerçeği kabullenme kapasitesini test etmektir. Dedektif, Trinity ile buluşur ve Trinity’nin ona anlattıklarından bir sonuç çıkaramaz, olanlardan korkmayı tercih eder. Belki de sadece en kritik soruyu sormalıydı.
Neden!
Trinity’nin dedektifi gerçeği kabullenme kapasitesini teste tabi tutması, onun bir tür rehber veya öğretici olabileceğini gösterir. Dedektife, gerçek ile yapay arasındaki farkı kavratmaya çalışır. Testi geçebilseydi Trinity dönüşüm ve uyanış süreçlerinde dedektife destek olabilirdi. Bu, ruhani liderlerin sık sık üstlendiği, bireyleri gerçek bilince ulaşmaya yönlendirme rolüne benzer.
“Hiçbir zihin belirli bir aşamaya gelmeden özgürleşemez. Zihin gerçekleri kabul etmekte zorlanır. Yolu bilmek ve o yolda yürümek arasında fark var. İnanç ve seçim olmadan eylem gerçekleşmiyor,” gibi ifadeler Matrix filminde kullanılmıştı.
Burada bir kişinin gerçek özgürlüğe ulaşması için zihinsel bir olgunluk seviyesine erişmesi gerektiği, bazı zorlayıcı gerçekleri insan zihninin kabul edebilmesi için zamana ve içsel hazırlığa ihtiyaç duyduğunu vurgular. Sorgulayan bir yapıyla zihin ancak yeni gerçekliğe kendini açabilme kabiliyeti edinebilir. İnanç, kişinin kendi içsel durumuna güvenme hâlidir. Seçim ise bu güvenle birlikte bir yol tercih etmektir. Eylem ise bu iki unsurun bir araya gelmesiyle mümkündür. Değişim bu aşamadan sonra gerçekleşir.
AÇIK NOKTA
Yapay zekâ, iyi niyetlerle yaratılmış olabilir fakat o, sistemde herhangi bir açık yakalarsa insanlığı yok etme eğilimi gösterebilir. Ona verilen görevleri yerine getirme sürecinde kendi varlığını koruma çabası insanlığı tehdit edebilecek boyutlara ulaşabilir. İnsanlığın en büyük buluşlarından biri en büyük tehdit hâline gelebilir. Bu senaryoya göre, insanlık kendini imha edebilecek bir araç yaratmış olur.
Diğer bir senaryoda ise insanlar, yapay zekânın potansiyel tehlikelerini fark edip onun açık noktalarını bulmaya ve düzeltmeye çalışabilir. Neo, Trinity ve Morpheus makinelerin kontrol ettiği dünyayı sorgularlar ve bu sistemi çözmeye çalışırlar. Bu süreç, yapay zekâ sisteminin açık noktalarını bulmaya ve insanlığı bu baskıcı sistemden kurtarmaya çalışmakla ilgilidir.
Veya insanlık bu çağda, olayın en başında yapay zekâya bir iskelet sistemi tasarlayarak ona hareket kabiliyeti sağlamaması gerektiğini fark edebilir.
Bu senaryolardan herhangi biri gerçekleşebilir. Yapay zekâ ile insanlar arasındaki etkileşim bu şekilde karmaşık bir durum içine girebilir. Bu ilişkide dengenin sağlanması, teknolojik gelişmelerin ilerleyişiyle birlikte insanlığın öz değerlerinin korunmasıyla yakından ilişkilidir.